Wir arbeiten gemeinnützig. Wenn ihr Maviblau unterstützen möchtet, dann schaut mal hier!

Bok Kokular

– Seda Güngör


Bugün benim buraya gelişimin birinci yılı. Hala almancam var denilecek kadar yok, hala bişiler, hala başka şeyler, bu liste de böyle uzar gider. Ama işler iyiye gidiyor diyebilirim. Daha da iyiye gidermiş gibi hissediyorum derken hemen değişiyor. O yüzden ne olacağını bilmiyorum desem daha iyi. Yine de kutlamamak olmaz diye, 24 yıldır yalnızca yaz aylarında, İzmir’in sahil kasabalarındaki tatillerimizden tanışık olduğum sevgili kuzenimin okul çıkışında bir benzinciye gidip birer Hanuta ve Club Mate’yle bu özel günü kutladık.

Çocukken, etrafınızdaki yaşıtınız çocuklar kuzenleriyle hafta sonu bir şeyler yapıyordur ama siz sokakta boka çubuk sokuyorsunuzdur. Of bunu açıklamak zorundayım dimi. Bizim ev pazaryerinin oradaydı. Artık orada değil, annemler emeklilikle beraber sahil kasabasına taşındı. Böyle söyleyince çok elit oluyor değil mi. Alakası yok. Ev satın alıp taşındılar, babam annemi zor ikna etti hatta… Neyse bok
olayı şöyle oldu. Pazaryerindeki acayip insanlardan biri, ya da bir pazar yeri gezicisi (bu tip insanları ilerleyen dakikalarda açıklayacağım) bütün gün altına sıçacak gibi olmuş ama sıçmamış altına. Onun yerine gelmiş bizim mahalledeki arkadaşlarla istop filan oynadığımız iki apartman arasındaki mermer bahçeye sıçmış. Bahçe zaten mermer evet, bir de üstüne bok geldi, sonra teknoloji ilerledi, “çocuklar artık
sokakta oynamıyor”, “biz son kuşaktık istop oynayan” falan… Neyse, sonra biz bir çubuk bulduk, kesin benimdir onu bulan şimdi hatırlamıyorum, bu bokla oynadık. Hayatımızda ilk defa bok görmüyoruz, biz de sıçtık o yaşa kadar ama hayatımızda ilk defa oyun oynadığımız yerde, mermerin ortasında bok görüyoruz. Sonra oyunun boku çıktı elimize yüzümüze bulaştırdık. Boku değil, oyunu. Bok, elimize bulaştı bir tek.
Sonra saatlerce sabunla banyoda, yıka, yıka, yıka. Kaç gün geçti o bok kokusu çıkmadı. Bazı kokular öyle. Bok var da gitmiyorlar.

Kuzenimle kuzeniz yani biz ama bizim böyle anılarımız olmadı. Ne bileyim büyüdüğüm mahallede kim kime yürüyordu bilmez mesela kuzenim. Mesela çocukken her balkona çıkışımda Saldıray’ın pencereden beni gizli gizli kesip -ki gizli olduğunu bir tek o düşünürdü, zaten gizli tanımına uysa ben kendisinin beni kestiğini görememiş olmakla beraber, böyle bir anıya sahip olmamış olurdum- balkonumuza attığı aşk notlarını bilmez. Arkadaşlarım da bilmez, kim bilsin. Şuraya yazana kadar aklıma geldiyse de anlatılacak anılar değil ki bunlar. Yaşanacak şeyler. İşte kuzeniniz olsa o bilirdi. O da mutlaka sizinle o boka çubuk sokardı mesela. Anlatabiliyor muyum? Bir bok konusu nerelere geldi yarabbim.

Pazar yeri gezicisini unutmadım; sabah erken kalkar, elinde ya puantiyeli pazar arabası vardır evi biraz uzaksa, ya da pazar esnasında sayısı ondan fazla küçük poşeti ayrı ayrı taşıyamayacağını idrak ettiği noktada çıplak ayaklı çocuklardan 10 kuruşa satın aldığı King Size siyah çöp poşeti vardır ki bunun içi de soğan, patates, fasulye ve hepsi gibi yine kiloyla satılan pazar gofretiyle dolar gün içinde. Bu tip türler sabahtan başlayarak, pazar yerini ezilmiş domatesler ve bozuk paraların istila ettiği akşam vaktine kadar tüm günlerini pazarda geçirirler. Benim annem de bunlardan biri. Ama dediğim gibi, bizim eski ev pazara yakındı ve belki de ev kiralamak için kasıtlı olarak bu lokasyon tercih edilmişti zamanında. Bu yüzden de pazar için öyle evden bir çıkıp ancak akşamına geri dönmek değil de, annemin programı daha çok pazarda iki saat, evde yarım saat çay molası, sonra tekrar pazar olarak şekillenirdi. Kolunun altına aldığı bir cüzdanıyla çıkar, yaklaşık iki-üç saat sonra o cüzdanı da birinin içine koyduğu taşıyamayacağı çok kadar olan ve iç gösteren yeşil, siyah renklerde naylon poşetlerle dönerdi. Annem çocukların sattığı siyah çöp poşetlerinden almazdı, pazar arabalarıyla da hiç anlaşamazdı. Annem mola verirdi. Ama o gün o bokuyla oynadığımız, bence teyze olan, pazar yeri gezicisi mola vermemiş. Altına da sıçmamış, oraya sıçmış işte.
Yani buradan anlaşılması gereken önemli husus pazar yeri geziciliğinin mola gerektirdiğidir. Bir de 10 yaşındaki çocukların pazarda poşet veya soğuk su sattırmak üzere çalıştırılmasının yanlışlığıyla, bu çocuklarının ayaklarında ayakkabı bile olmadığı gerçeğidir.

Kutlamamızın ardından aniden gelen, göğsümdeki şiddetli ağrının yüksek ısrarından ötürü dayım bizi arabayla aldı ve hep beraber Charite’yi ziyarete gittik. Charite’de Tomografiden, EKG’sine kadar yine envai çeşit test püsür yaptılar. 6 saatin sonunda “Kalbe yakın bir kasta spazm oluşmuş ama ciddi hiçbir neden bulamadık, psikolojik olabilir.”, deyip saldılar. An itibariyle de karanlıkta, buraya gelişimin birinci
yılında, az önce çalışmayı durdurduğu şimdi çıkardığı seslerden anlaşılan televizyona bakıyorum. Biraz önce ekranlarında Survivor’dan elenen Cumali’ye tanıklık ettiğimiz Samsung marka televizyon bu gece benimle beraber dayımların Berlin’deki evinde ikamet ediyor.

2018, Berlin