‘’ ‘’I’ll let you be part of my dream, if I can be part of yours’’ Bob Dylan said that.
‘’I’ll let you be part of my dream, if I can be part of your reality’’ I said that. ‘’
‘’Sophie Hunger Blues’’- Sophie Hunger
Sevgili gezegenimizde özellikle son zamanlarda sanki kötü bir enerji topluluğu raks edip duruyorken, nefes alacak alanlarımız da daralıyorken, İstanbul’da soğuk olmayan bi’ kasım akşamı Babylon’da, şu sıralar Berlin’de yaşayan İsviçreli müzisyen Sophie Hunger’ı dinlemek, izlemek için yola çıkıyorum. Konser, atmosferi ve mimarisi ile bana Lizbon’daki Lx Factory’yi hatırlatan (küçük versiyonu gibi) Tarihi Bomonti Bira Fabrikası yani bugünkü adıyla Bomontiada’da. Kendimizi ifade edebilecek alternatif yerlere oldukça ihtiyaç duyduğumuz bu günlerde; Bomontiada (Bienal’e bu sene ev sahipliği yapan galerilerden birini içermesi (Alt), bünyesinde farklı farklı atölyeler düzenlenmesi ve tabii ki yılların en ‘iyi ki var’ konser mekanlarından olan Babylon’u da barındırması) etkinlikleriyle, sürekli ve bir o kadar da kreatif bir enerjinin havada uçuştuğu bir alan.
Konserin başlama saatine yakın fotoğraf makinemi de yanıma alıp içeri girmeye hazırlandım. Saat 22.30 olduğunda çoktan içeriye geçmiş ve konserin başlamasını bekliyordum ki o sırada sahneye Leonard Cohen’in – yani benim için ve eminim birçok başka insan için gelmiş geçmiş en iyi şair-müzisyenlerden biridir – fotoğrafı yansıtıldı. Son birkaç gündür içimde gezinip duran melankoliye sebep ‘güzel insanların dünyadan göçüp gitmesi’ fobisine ek olarak bu sefer sanatçı olmanın, dünyaya kendinden bir parça bırakmanın, bir şarkınla taaa dünyanın öbür ucundaki (mesela İstanbul’daki) bir adamın, kadının gecesinin, yolculuğunun, hüznünün bir parçası olmanın aslında ne kadar da güzel ve paha biçilemez bir şey olduğunu düşündüm. Azıcık klişe dimi? Olsun.
Derken Sophie Hunger sahneye çıktı. Enstrümansız, solo olarak başladığı şarkısıyla konser boyunca sanki bir tiyatro oyunundaymış gibi hissettim. Fakat bu ‘oyun’ Sophie’nin kendi hayatının bir kolajı gibiydi aslında. Sahnede söylediği her şarkıyı o an yaşayan, kendine has bir müzisyen Sophie Hunger. Anlatacak çok şeyi var belli ki…
Fransızca, İngilizce ve Almanca söylediği şarkılarını suratında sürekli bir gülümsemeyle karşılayan izleyici/dinleyiciler de konserin etkin bir parçası haline gelmişlerdi. Simon Gerber (bas gitar, klarnet, vokal)’in bas tınıları ve Alexis Anerilles ( klavye, Flügelhorn, vokal)’in klavyedeki özgünlüğü konserin en önemli parçalarından, olmazsa olmazlarındandı.
Konserin dinlemekten en çok zevk aldığım şarkıları, Sophie Hunger Blues ve Love is not the answer oldu. Love is not the answer’ın sözleri ;
Love is not the answer to everything
Ask Romeo and Juliet
Living in a coffin
They tried to die for each other
And then they killed one another yeah
Love is not the answer to everything
‘Sophie Hunger Blues’un Babylonca hep birlikte oturulup Sophie’nin öykülerini dinliyormuşçasına, muhabbet havası yaratması Sophie’nin müziğin doğallığının etkisi olabilir.
Hem müzikal anlamda, hem dinleyici-müzisyen iletişimi anlamında, hem mekanın ışıklandırma sistemiyle yarattığı atmosfer anlamında hiç unutmayacağım bir cumartesi akşamı oldu.
Sophie’nin de dediği gibi umarım önümüzdeki sene tekrar karşılaşır, İstanbul’da kendisini dinleyebilir, yine ‘muhabbete’ dalarız.
Metin & fotoğraflar: Dilara Akkoyun
Editör: Tolga Aksüt