‘Her şeyi kendine çağıran deniz, beni de çağırıyor, gitmeliyim.
Geceler ne denli sıcak olursa olsun, gidememek donmak demektir.
Gitmeliyim, çünkü gidememek olduğu yerde taş kesilmek ve uysallaştırılmış
bir toprağa çakılıp kalmak demektir.’ H.Cibran
O gün geldi ve ben doğup büyüdüğüm ülkeye arkamı dönerek ama kapıyı farkında olmadan biraz da olsa aralık bırakarak, çıkıp buralara geldim. Şimdi her sabah kalkıp bu dev şehirde evden işe, işten başka bir yerlere yetişmeye çalışan insan sellerine kapılıp gidiyorum.
Eski bir vapurda, denizin dalgaları ile birlikte ilerlerken düşüncelere dalıp izliyorum etrafımı. Muhtemelen bu şehirde kullanılabilecek en rahat güzergaha sahip olan şanslı insanlardanım.
Bazen vapuru kaçırınca.. Nefesim kesilecekmiş gibi oluyor.
Bu şehirde yolculuk yapmanın diğer imkanlarını göz önünde bulundurursak, nedeni malum.
Rüzgar, artık dayanamayacağım şekilde sertleşene dek inatla dışarda oturma çabamın sebebi ise, içerideki insanların üzerine tüm ağırlığı ile çöken inanılmaz sıcak olan hava.. Nasıl dayanırlar böylesi havasız bir ortama, dışarıda boğaz havasını derinine çekmek varken, anlayamam.
Gerçi bu yüzyıllar boyu üzerine şiirler yazılmış, romanlarda sayfalarca anlatılmış, tadına doyum olmayan boğaz havası da artık eskisi gibi değil.
Yükselen inşaatlar, kapatılan sahil yolları ve tüm sınırlarını aşan bu şehrin içerisinde boğaz sanki gün geçtikçe küçülmekte. Bir gün gelecek de artık nefes almamıza yardımcı olamayacakmış gibi.
Hâlâ varmadık o günlere. Saçma da olsa bir yerlerde umut sürüyormuş gibi.. Soğuyan rüzgara direnmek en iyisi sanırım.
İçeride oturanlar ise, alıştırma yapıyorlar sanki.
Başımıza geleceklere dair…
Fotoğraflar & Metin: Ezgi Beyazgül
Editör: Tolga Aksüt