Wir arbeiten gemeinnützig. Wenn ihr Maviblau unterstützen möchtet, dann schaut mal hier!

Kelimeler ve müziği kullanarak dialog kurmak

Paul Maar ve İbrahim Sarıaltın ile bir sohbet

Belki, Türk okuyucuların hepsi ‘Sams’ın çocuk kitaplarını tanımaz. Sams, Alman yazar Paul Maar’ın yarattığı kırmızı saçlı, domuz burunlu, mavi benekli ve oldukça yaramaz bir çocuk karakter. Öte yandan beyaz sakallı, hazırcevap Nasreddin Hoca’yı herkes bilir. İlk bakışta Sams ve Nasreddin Hoca’nın arasında pek bir benzerlik yok gibidir, fakat onların önemli bir ortak noktaları var; o da mizah..

Paul Maar, Alman bir yazar olarak Nasreddin Hoca’nın fıkralarını ‘Uçan Deve’ kitabında yeniden canlandırdı. Şimdi Almanya’da turlayıp kitabından bazı bölümler okuyor. Fakat bunu tek başına yapmıyor: Yanında Capella Antiqua Bambergensis grubu, vurmalı çalgı sanatçısı Murat Coşkun, çocukları Yaşar ve Malika ve Freiburg’daki yerel siyasetçi ve saz sanatçısı İbrahim Sarıaltın ile birlikte üç dilde benzersiz bir kültür diyalogu ortaya koyuyor: Almanca, Türkçe ve müzikalce.

Bu projeyi geçen hafta sonu Bremen’deki “Globale Festival für grenzüberschreitende Literatur” (Sınır Ötesi Edebiyat Festivali) seyircilerine sundu. Provalar sırasında, Nasreddin Hoca’nın hikayelerine ses veren Paul Maar ve İbrahim Sarıaltın ile görüştük.

P1450658

Paul Bey, neden kitaplarınızın çoğunda şakacı ve hilebaz karakterler hakkında yazıyorsunuz?

Maar: Literatürde şakacı ve mizahi karakterler beni her zaman etkilemiştir. Nasreddin Hoca’nın öyle bir belirsizliği var ki, kendisi aynı anda hem bir soytarı hem bir felsefeci olarak karşımıza çıkıyor. Mizah bütün kültürlerde karşılığı olan bir dil: Nasreddin Hoca’nın fıkraları Türkiye’de anlaşıldığı gibi, Almanya’da da anlaşılıyor ve insanları güldürüyor.

Sarıaltın: Aslında fıkraları anlatırken seyircilerin tepkilerini izlemek oldukça ilginç. Çünkü Almanlar ve Türkler başka bölümlerde; yetişkinler ve çocuklar yine başka bölümlerde gülüyor.

Maar: Ayrıca mizah zamandan münezzehtir. Mesela, ‘Paranın Sesi’ fıkrasındaki hikaye çok benzer bir şekilde efsanevi Alman hilebaz Till Eulenspiegel’da karşımıza çıkıyor. Hatta biraz araştırdıktan sonra, bu hikayenin yine biraz değişik bir şekilde Japonya’da anlatıldığını öğrendim. Yani aynı hikayenin o kadar güçlü bir etkisi olmuş ki, bütün dünyada gezmiş ve farklı kültürlere uyarlanmış.

Paranın Sesi
Nasreddin Hoca, bir aşçının et kızarttığı lokantanın yanından geçmiş.
Tam o esnada aşçı, bir dilenciyi sıkıştırmış ve ona kızıyormuş.
“Zavallı adama niye kızıyorsun?” diye sormuş Nasreddin Hoca.
“Bu dilenci elindeki ekmek yemek kokana kadar benim yemeğimin buğusuna tuttu.
Ondan sonra keyifle ağzına attı,” diye bağırmış aşçı,
“Şimdi de parasını vermek istemiyor.”
“Doğru mu bu?” diye sormuş Nasreddin Hoca dilenciye.
“Evet, fakat yemeğe değmedim bile!”,
diye savunmuş dilenci kendisini,
“etin sadece buğusunu almak istiyordum.”
“Para var mı yanında?” diye sormuş Nasreddin Hoca.
“Sadece önceden dilendiğim üç beş kuruş var,” diye cevaplamış dilenci.
“O zaman ver bana,” diye buyurmuş Nasreddin Hoca.
Dilenci duraksamış, ama cebindeki kuruşları uzatmış.
Nasreddin Hoca bunları aşçının önündeki masanın üstüne atmış,
fakat aşçı bunlara el koymadan hemen almış geri.
“Ne oluyor?”, diye sormuş aşçı, “niye yine elimden alıyorsun parayı?”
“Paranın sesini duydun mu?” diye sormuş Nasreddin Hoca.
“Tabii ki de duydum,” diye cevaplamış aşçı, “sağır değilim ki.”
“Bu dilenci senin yemeğinin buğusunu, parasının sesiyle ödedi; şimdi ödeşmiş oldunuz,” demiş Nasreddin Hoca.
Şaşırıp kalan aşçıyı geride bırakmış ve dilenci ile birlikte uzaklaşmış
.

Paul Maar’ın “Das fliegende Kamel” kitabından çeviri

Nasrettin Hoca’nın hikayelerinin hepsini bire bir yazıya dökmemişsiniz..?

Maar: Evet, on dördüncü yüzyıldan gelen bu fıkralar kuşaktan kuşağa anlatılmış. Bazı bölümlerinde can alıcı noktalarını daha çok vurgulamak istedim. Fakat ‘Uçan Deve’ kitabının içindeki bütün hikayeler eski değil: Nasreddin Hoca’nın günümüzde Berlin, Frankfurt ya da burada Bremen’de yaşasa, başına neler gelirdi diye hayal ettim; insanlar onun hakkında neler anlatırdı? Bu şekilde şimdiki zamanda geçen yeni fıkralar uydurdum.

En sevdiğiniz Nasrettin Hoca fıkrası hangisi peki?

Maar: Sanırım ‘Paranın Sesi’ hikayesi. Kesinlikle çok dahiyane bir hikaye!

Başka kitaplarınızda da Yakın Doğu’ya temas etmiştiniz. Dünyanın bu tarafı neden sizi bu kadar etkiliyor?

Maar: Bu, çocukluğumdan beri süre gelen bir merak. Küçükken çok fazla Karl May kitapları okudum. Fakat bu hikayelerde beni kendine çeken Old Shatterhand’ın ‘Vahşi Batı’daki maceraları değildi, daha çok Kara Ben Nemsi’nin hikayeleri beni cezbederdi. Ve tabii ki Bin Bir Gece Masalları’nı da okudum. Ayrıca Wilhelm Hauff’un ‘Sait’in Kısmetleri’ (Saids Schicksaele) kitabını çocukken en az on defa okumuşumdur.

 

P1460213-Bearbeitet-Bearbeitet

Sizce edebiyat, kültürlerin birbirlerini daha iyi anlaması noktasında bir önem taşıyor mu??

Maar: Alman-Türk dostluğunun bugünlerde zor zamanlardan geçtiğini biliyoruz. Fakat aramızdan önemli bir köprü var; bu köprü de sanattır. Tıpkı benim Orhan Pamuk’un kitaplarını okuduğum gibi, bir Türk çocuğun Adana veya Ankara’da kanepenin üstünde uzanmış bir şekilde benim kitaplarımı okuduğunu hayal ediyorum. Kelimelerin durduğu yerde de müzik başlar.

Sarıaltın: Organize ettiğimiz bu gösteri, çok kültürlülüğü bir sahne üzerinde sergilemekle kalmıyor; bunu resmen yaşıyor ve yaşatıyor. Türk-Alman ilişkilerinde bu aralar sadece kötü yönler belirtiliyor. Halbuki söz konusu “entegrasyon” olduğunda iki taraf da, Türkler de Almanlar da çok fazla emek harcadılar…  Fakat şimdilerde sanki bütün bu emek yine geriye sarıyor gibi. Ancak aslında o kadar çok ortak noktamız var ki; kültürümüzde mesela, hatta siyasette bile. Yine sanat da aramızda bağ kuran bir unsur.

Gösteri sırasında hem Paul Maar’ı hem İbrahim Sarıaltın’ı Nasreddin Hoca’nın hikayelerini bir taraftan Almanca bir taraftan Türkçe okurken dinliyorum. Biraz çocukluğumda gibi hissediyorum kendimi, çünkü o zamanlar da akşam uyumadan önce annem bana Almanca, sonra babam bana Türkçe bir hikaye okurdu.

Sıra ‘Paranın Sesi’ hikayesine geldiğinde sırıtmak geliyor içimden. Tıpkı İbrahim Bey’in söylediği gibi: Paul Maar, dilencinin ekmeğini ocağın üstünde tuttuğunu söylediğinde, izleyicilerin arasından sadece çocukların kıkırdamaları duyuluyor. Buna karşı yetişkinler, hikaye en sonunda çözüldüğünde gülüyorlar.

U1_978-3-8373-0669-9_3D

Bu ve tanınmış ve yeni uydurulmuş farklı hikayeleri ‘das fliegende Kamel – Uçan Deve’ sesli kitabında dinleyebilirsiniz. Türk halk müzikleri desteğiyle hem Almanca, hem Türkçe anlatılıyor

Metin: Yasemin Bodur
Editör: Yavuz Selim Altındal
Fotoğraflar: Benjamin Post